Canalblog
Suivre ce blog Administration + Créer mon blog

Alemi İnternet

2 avril 2015

Topları venedike verdik bakalım napacağız.

Altıncı Bölüm

Bir Hükümdarın Kendi Ordusu ve Yeteneğiyle Ele Geçirdiği Yeni Hükümdarlıklar Üzerine

Tamamen yeni olan hükümdarlıklardan söz eder­ken, büyük hükümdarlıklar ya da yönetim şekillerin­den bahsedersem kimse şaşırmasın. İnsanlar baş­kalarının ayak izlerini takip etmeye ya da onlan taklit etmeye meyillidirler. Ama yine de başkalarının geç­tiği ve kendilerinin de ilerlemek istedikleri yolda tam bir bağlılık gösteremezler. Akıllı insan büyük insan­larca aşınmış yollann peşine düşüp, en üstün insanları taklit etmeli ki, onların mükemmelliğine erişemese bile, en azından yaklaşsın. Yetenekli okçular da böyle yaparlar. Hedeflerinden uzaklarsa hedeflerinin üze­rinde bir yeri nişan alıp gerçek hedeflerini vurmayı başarırlar.

Bütünüyle yeni hükümdarlığa sahip olan yeni hükümdann, bu hükümdarlığı elde tutmada karşısına çıkan zorluklar, bu kişinin becerisinin çokluğuna ya da azlığına göre çeşitlilik gösterir. Sıradan bir insan­ken hükümdar olmak ya yetenek ya da şans işidir. Güçlükler bu durumlardan birinin ya da ikisinin yar­dımıyla ortadan kalkar. Başarısı için şansa daha az ih­tiyaç duyan kişi, özellikle fethettiği yerden başka mülkü yoksa orada yaşamak durumunda kalır ve bu onun lehinedir.

Şansla değil de kendi yetenekleriyle hükümdar olmuş kişilere bakacak olursak, onların en üstünleri Musa, Kyros, Romulus, Theseus ve benzerleridir. Gerçi Musa ilahi emirlerin taşıyıcısı olarak geldiği için, belki de onu saymamalıyım ama sırf Tanrı ile sohbet edebilme değerine sahip olması bile onu hay­ran olunacak biri yapabilir. Fakat Kyros ve diğerleri gibi krallıklar kurmuş ya da ele geçirmiş kimseleri in­celediğimizde hepsinin övülmeye değer olduğunu fark ederiz. Her birinin eylemleri ve izledikleri yollar incelendiğinde, Tanrı’nın varlığını öğretmek için se­çilen Musa’dan farklı olmadıklarını görürüz.

Dahası hayatlarını ve eylemlerini incelersek, yal­nızca kendilerine diledikleri gibi şekillendirebildikleri bir hammadde sağladığı için talihe borçlu olduklannı görürüz. Yetenekleri, kapasiteleri ve fırsatları olma­saydı şansları boşa gidecekti.

Musa’nın İsrail halkını Mısır’da esir düşmüş bul­ması ve onlan bu esaretten kurtarmak için ortaya çık­ması gerekiyordu. Romulus’un Roma kralı ve yeni bir devletin kurucusu olması için Albe’de kalmaması, doğar doğmaz terk edilmiş bir öksüz olması gereki­yordu. Kyros’un ise Med İmparatorluğu’nun baskıla- nndan bıkan Persleri bulması ve Medlerin uzun süren barış dönemi sebebiyle gevşemiş olmaları gereki­yordu. Atmalılar dağınık bir durumda olmasalardı, Theseus üstün yeteneklerini sergileyemeyecekti. Bu insanları şanslı kılan şey karşılaştıkları fırsatlardı ancak bu fırsatları değerlendirecek becerilere sahip olduklarını unutmamak gerekir. Onlar kendi yetenek­leriyle fırsatları yakalayıp ülkelerine şeref ve refah kazandırdılar.

Bu saydıklarım gibi hükümdarlığı ele geçiren kimseler, elde ettiklerini zor elde eder ama sahip ol­duklarını kolaylıkla korurlar. Karşılaştıkları zorlukla­rın çoğu devletlerini kurmak ve güvenliklerini sağlamak için oluşturmak zorunda oldukları yeni kanun ve düzenlemelerden kaynaklanır. Yeni düzen oluşturmak kadar hassas, uygulaması zor ve başarısı şüpheli başka bir mesele olamayacağını da yeri gel­mişken not edelim. Çünkü yenilik getiren kimseye, eski düzenden yararlananların tümü düşman kesile­cektir ve yeni düzenden yararlanabilecek olanların desteği de gözle görülür bir destek olmaz. Zira bu

 

Kilise’yi güçlendirdiği ve dostlannı yitirdiği yet­miyormuş gibi, Napoli Krallığı’na sahip olmak için onu İspanya ile bölüşme gafletinde bulundu. Böylece, İtalya’daki mutlak gücün sahibiyken bölgedeki mem­nuniyetsiz ve ihtiraslı kimselerin müracaat edebile­cekleri bir rakip yarattı. Napoli’yi kendisine vergi ödemeye hazır bir krallık olarak bırakmaktansa, bir gün kendisini ülkeden kovabilecek bir güce dönüş­türdü. Fetih isteği, olağan ve doğal bir şeydir. Bunu kendi güçleri dahilinde yapabilen insanlar kınanma- malı, aksine övülmelidir.

Fransa kralı kendi güçleriyle Napoli’yi ele ge­çirebilecek idiyse bunu yapmalıydı. Eğer yapamaya­caksa da orayı paylaşmamalıydı. Fransa’nın Lom- bardiya’yı Venediklilerle bölüştüğünde İtalya’ya ayak basmış olmak gibi bir mazereti vardı. Ancak diğer bö­lüşümde böyle bir gereksinim var olmadığından, kı­nanması gerekir.

Bu durumda Kral Louis beş hataya imza attı: Zayıf devletleri yok etti, zaten kuvvetli olan bir hü­kümdarı daha da güçlendirdi, çok kuvvetli bir gücü İtalya’ya soktu ve ne İtalya’ya gelip yerleşti ne de oraya koloniler gönderdi. Belki tüm bunlara Venedik­lilerin egemenliğine son vermek gibi bir altıncı hata

 

shutterstock_101005222

 

eklenmeseydi, yapılan beş hata Kral Louis'ye yaşamı boyunca felaket getirmeyebilirdi.

Kilise güçlendirilmemiş, İspanya, İtalya’ya so­kulmamış olsaydı, Venediklileri yıkmak şüphesiz akıllıca ve gerekli bir davranış olacaktı. Fakat yapılan tüm hatalardan sonra Venedik’e dokunmamak gere­kirdi. Zira oradaki güçlü Venedikliler, Lombardiya'ya yaklaşmak isteyen diğer devletlere engel olabilirdi. Zaten diğerlerinin bu toprakları Venedik’e vermek üzere Fransa’dan koparma ya da ikisine de meydan okumaya niyetleri yoktu. Kral Louis’nin savaştan kaçmak için Allessandro’ya Romagna’yı, Ispanya’ya da Napoli’yi bırakmak zorunda kaldığı söylenecek olursa, daha önceden verdiğim cevabı yinelerim: Sa­vaştan kaçınmak için karışıklıklara katlanılmamalıdır, aksi takdirde bu senin dezavantajın olur. Eğer kralın papaya kendi evliliğini geçersiz kılması ve Rouen’in* piskoposunu kardinal yapması şartıyla yardım etme sözünde bulunduğu söylenirse, bunun cevabını ileriki sayfalarda hükümdarın sözleri ve bunların nasıl tutul­duğuyla ilgili fikirlerimi beyan ederken vereceğim.

Kral Louis, kazandıkları ülkeleri ellerinde tut­mak isteyenlerin uyguladıkları metotları izlemediği için Lombardiya’yı kaybetti. Bunda bir gariplik yok, son derece olağan bir sonuçtur bu. Papa Allessan- dro’nun oğlu Valentino Dükü Cesare Borgia -bu isim-

Bu sözün alınmasındaki işlevinden ötürü Rouen Piskoposu Georges D ’Amboise kardinal yapılmış ve kralın bakanı olmuştur.

 

le anılırdı- Romagna bölgesini işgal ettiğinde Nan- tes’de d’Ambroise ile konuştum. Kardinal, bana İtal­yanların savaştan bir şey anlamadıklarını söyle­diğinde, ben de kendisine Fransızların devlet işlerin­den bihaber olduklarını söyledim. Zira devlet işlerin­den anlıyor olsalardı, Kilise’nin bu kadar büyüyüp güçlenmesine asla izin vermezlerdi. Gelişen olaylar şunu göstermiştir: Kilise ve Ispanya’nın İtalya’da güçlenmesine Fransa olanak sağlamıştır, kendi yıkımı da bu ikisinin elinden olmuştur. Buradan, hemen hemen hiç şaşmaz bir genel kural çıkarabiliriz: Baş­kalarını güçlendiren kendi sonunu hazırlar. Çünkü bi­rini kuvvetlendirmek ya güçle ya da kurnazlıkla gerçekleşir. Bunların her ikisi de yeni kuvvetlenen devlet için güvensizlik ve telaşa sebebiyet verir.

shutterstock_113386009

Publicité
Publicité
23 octobre 2013

Çatışma Modelleri ve Nedenleri

Farklılıkların, net olarak tarif edilmediği ve sorunların çözümsüz bırakıldığı zamanlarda çatışmaya dönüştüğünü artık biliyoruz. Çatışmalar ya da ihtilaflar öğrenmemize, yetişmemize ve gelişmemize imkân verir. Organizasyonlarda çatışma olayını açıklayıcı üç temel kavramsal model geliştirilmiştir.

Pazarlık Modeli: Organizasyonun sahip olduğu kıt kaynakların paylaşılması çıkar grupları arasında çatışma doğurur. Yönetici -çalışan, kurmay - komuta uyuşmazlıkları bu modele uygun örnekler olarak gösterilebilir.

Bürokratik Model: Ast - üst uyuşmazlıklarını açıklayıcı bir modeldir ve özellikle, komuta kanalı boyunca doğan çatışmalara uygundur.

Sistem Modeli: Fonksiyonel ilişkilere taraf olanlar arasında doğan uyuşmazlıkları açıklayıcı bir modeldir. Özellikle, düzenleştirme sorununun çözümünde önem kazanır

Bu üç model arasında bazı ortak noktalar, bağıntılar vardır:

Her çatışma birbirini izleyen kenetlenmiş çeşitli aşamalardan oluşur. Aşamaların gösterdiği gelişme, çatışmanın niteliğini belirler. Çatışmalar, gerek birey, gerek organizasyon açısından olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurur. Çatışmanın mutlaka olumsuz sonuçlar doğuran bir olay olduğu söylenemez.

Çatışma, organizasyonel davranışı belirleyici bir değişiklik getirmesi açısından organizasyonel denge ile yakından ilgilidir, dengeyi olumsuz yönde olabileceği gibi olumlu yönde de etkileyebilir.

Gizli Uyuşmazlık: Bu aşamada çalışmaya yol açan nedenler ve koşullar ortaya çıkar. Kıt kaynaklar için rekabet, bireylerin bağımsızlık arzusu, alt grup amaçlarının farklılaşması ve rol uyuşmazlıkları, beklenen davranışlarla gerçekleşenler arasındaki farklılıklar gibi nedenler çatışma ortamını hazırlar. Bu nedenler, tek tek veya bir arada uyuşmazlıkların doğmasına yol açabilir.

Algılanan Uyuşmazlık: Organizasyonda bir anlaşmazlık olduğu sezilebilir. Ancak, bir çatışma olduğu halde bunun algılanmaması olasılığı da vardır. Baskı ve dikkat toplama mekanizmaları uyuşmazlıkların algılanmasını geciktirebilir

Hissedilen Uyuşmazlık: Bu aşamada çalışanlar, çatışma ortamından doğan gerginliklerini ve huzursuzluklarını dışa vurma ihtiyacın-dadırlar. Bu aşamada çatışma kişiselleşir. İnsanlar, çatışmaya tüm kişilikleri ile katılırlar.

Açık Uyuşmazlık: Çalışmanın etkileri davranışlara yansır. Çatışmacı davranışlar, pasif direnmeden açık saldırganlığa kadar değişen özellikler gösterir. Açık uyuşmazlık, bireyin amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla bilinçli ve belirgin olarak karşısındaki kişilerde huzursuzluk yaratacak davranışlara yönelme şeklinde veya karşı tarafın amaçlarında yıkıcı etki yaratabilen davranışlar şeklinde tanımlanabilir.

Publicité
Publicité
Alemi İnternet
Publicité
Archives
Publicité